25 Ekim 2010 Pazartesi

Konuşmak mı anlaşmak mı?


Konuşarak anlaşmak insana mahsus.
Kimi zaman kelimeler boyunca akıp giden sesli harflerin çığlıklarına
gizlenen metinlerde buluşur dudaklar,kimi zaman da sadece evet ve hayırdan ibaret, uzlaşma zannedilip de bıkkınlıktan öteye geçmeyen vakit öldürme kaynağıdır konuşmak.
Kimi zaman bir avuç cümle içinde kendini bulur gözler, kimi zaman da
bir tarafın şelale gibi döküldüğu, diğer tarafınsa sadece kafa
sallayarak eşlik ettiği monologlarda havada asılı kalır kelimeler.
Öyle veya böyle. İster tartışma ister uzlaşma hepsinin orta yerinde
vardır bir konuşma.
Diller açılır, dudaklar büzülür, sesler duyulur, kulaklar işitir.
Eh konuşmak elbet insana mahsus da, peki ilginç olan bu mu?
Keramet sesli harflerde de marifet dilde mi?
Anlayıp da gerçeği bilene dek evet.
Anlayıp da gerçeği bildikten sonra hayır.
Çünkü asıl keramet sessiz harflerdeyken marifet dilsizlikte,kelimelerin susup gözlerin konuştugu o sessizlikte.
İşte öylesine anların ortasına düşen o gürültülü
kalabalıklarda konuşmadan anlaşabilmeli iki sevgili, karı koca, anne çocuk.
Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir öpücük, kimi zaman kirpiklerin
bir hareketi, kimi zaman da bir solukta çözümlenmeli düşünceler.
Kelimeler havada çarpıştığında yarattığımız gürültülü aşka
inat, dudaklarımız bazen mühürlenmeli daha da aksın diye duygular.
Bir gözün kapanışına sığacak kadar kısa, yeniden açılışına
sığacak kadar uzun kalıvermeli heceler.
Tek bir bakiş, tek bir kucaklaşma yetmeli anlaşmaya.
Tıpkı sağ ve sol yanaklarımızın birer kez birbirine
değişi ve o saniyeler içine sığan bir ömürcesine uzun sarılışa
kondurduğumuz kelimeler gibi...
Derin, anlamlı, sevgi dolu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder